Hepimiz yalan söyledik. "Beyaz yalanlar" dediğimiz küçük masum kaçamaklardan, hayatımızın rotasını değiştiren büyük aldatmacalara kadar…

Belki korkudan, belki sevgiden…

Bazen kendimizi korumak için, bazen de başkasını üzmemek adına.

Peki bu Yalan söyleme mecburiyeti, ahlaki bir zayıflıktan mı, yoksa derin bir psikolojik ihtiyaçtan mı kaynaklanıyor?

Herkesin kendisini bir an için sorgulaması gerekiyor: Neden gerçeği söylemek yerine o "kolay yolu" seçiyoruz?

Aslında söylenen her yalanın arkasında her zaman bir eksiklik, bir korku, bir kaygı gizlidir.

Yalan, çoğu zaman bir kaçışın adıdır.

Gerçeğin ağırlığını taşımak zor geldiğinde, insan hafif bir yol arar. “Gerçek acıtır” der içimizdeki ses; o yüzden kimi zaman bir tebessümün, kimi zaman bir “iyiyim” sözünün ardına saklanırız.


Aslında kimse doğuştan yalancı değildir; ama herkes, bir gün gerçeği saklama ihtiyacı hisseder.

Toplum bazen yalanı ödüllendirir.

Dürüst olana “kaba”, açık sözlüye “kırıcı” der.

Böylece insanlar, kabul görmek için gerçeği eğip bükmeyi öğrenir.

Oysa yalan, kısa vadede kurtarır ama uzun vadede tüketir.

Çünkü insan, en çok kendine söylediği yalanla yıpranır.

Yalan, ne kadar "mecburi" hissedilirse hissedilsin, uzun vadede bizi en temel insani ihtiyacımız olan “Güven” den mahrum bırakır.

Her yalan, o anki sorunu çözebilir, ancak ilişkilerdeki güveni yavaşça kemiren görünmez bir zehir olur.

Güven kaybolduğunda, ilişkiler de kişinin toplum içindeki itibarı da yavaş yavaş yıkılmaya başlar.

Belki de yalan söyleme mecburiyetinden kurtulmanın tek yolu, ceza alma, yargılanma ve yetersiz görülme korkularımızla yüzleşmekten geçiyordur. Unutmayalım ki, bir insanı en çok yoran şey, söylediği yalanları hatırlama mecburiyetidir.

Belki de asıl mesele, yalan söylemek değil; gerçeği konuşabileceğimiz bir dünya kuramamaktır.

Yaptığımız yanlış bir eylemi meşrulaştırmak ve vicdanımızdaki çatışmayı azaltmak için gerçekliği kendi lehimize yeniden yazarız.

Bu, ruhsal konforumuz uğruna gerçeği feda etme biçimidir.

Sonuçta her yalan, bir sessizliktir.
Ve o sessizlik, bir gün en gürültülü biçimde yankılanır: Vicdanların içinde.