Zamanın gürültüsünde kaybolmuş bir sesim var içimde...
Kimi zaman bir çocuk kadar masum, kimi zaman bir ihtiyar kadar yorgun.
Gözlerim açık, ama içimdeki karanlıkta el yordamıyla ilerliyorum.
Bende beni arıyorum…
Bir yabancı gibi geçmişimin sokaklarında dolaşıyorum,
Bir iz, bir ses, bir parça kendimden ararken,
Baktığım aynalar bile tanımıyor beni artık.

Bir vakitler ne çok hayalim vardı,
Dünyayı değilse bile, kendimi kurtarmaya yeten…
Şimdi o hayallerin küllerini savuruyor rüzgar.
Ve ben, rüzgarın yönünü sormuyorum artık.
Çünkü kaybolduğum yerde yön de yok, yol da…
Sadece “ben” diye bildiğim boşluklar var.

Kırgınlıklarımı unuttum belki,
Ama kendime kırgınlığım geçmedi bir türlü.
Kendi gözlerimde kaybolmuşum…
Ne zaman ki güldüm, aslında sustum.
Ne zaman ki konuştum, içim ağladı.
Ben sandıklarım, aslında kendimden uzak suretlerdi.
Yani her seferinde başkasında beni aramışım.

Şimdi durup derin bir nefes alıyorum.
Suskunluğuma kulak veriyorum.
Kalbimin diplerinde gizlenen çocuğa sarılıyorum.
Ve o an anlıyorum:
Ben, sadece dışarıda değil,
İçimde de çok kaybolmuşum…

Ama şunu öğrendim:
İnsan en çok kendine yabancılaştığında susar,
En çok kendine yaklaşmak istediğinde ağlar.
Ve ne gariptir ki…
Yıllarca başkalarını memnun etmeye çalışırken
Kendimi ihmal etmişim.

Şimdi, geçmişin gölgelerine veda edip
Kendi içimin ışığını arıyorum.
Çünkü hakikî huzur, başkalarının gözlerinde değil,
Kendi iç sesinde saklıymış.
Ve ben o sesi nihayet duymaya başladım.

Yol uzun, bazen dikenli…
Ama artık biliyorum ki,
Her düşüşte kalkacak biri var içimde: Ben.
Bende beni ararken bulduğum en kıymetli şey;
Yeniden doğmaya cesaret eden,
Kırıklarını onaran,
Ve kendine yeniden inanan bir ben…