10 Kasım 1938…
Dolmabahçe Sarayı’nın odalarından biri bir milleti derin bir sessizliğe boğdu.
Saat dokuzu beş geçe Türkiye, yalnızca bir önderini değil; tarihinin en büyük dönüşümünü başlatan insanı kaybetti.
Ama aslında o gün, bir bitiş değil, bir başlangıçtı.

Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir komutan ya da devlet adamı değildi; O, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden yeniden doğan bir milletin mimarıydı.
Cumhuriyet’i kurarken bir ülkeye yalnızca özgürlük değil, düşünme ve üretme gücü kazandırdı.
Eğitimden sanata, hukuktan bilime uzanan her reform, milletin geleceğine atılmış bir imzaydı.
Kadınlara seçme hakkı verirken, çocuklara çağdaş bir eğitim sunarken hep aynı inançla yürüdü:

Her 10 Kasım’da sirenler çaldığında, başımız öne eğilir ama yüreğimiz dimdik durur. Çünkü biliriz ki onun gösterdiği yolda yürümek, en büyük saygı duruşudur.
10 Kasım sadece bir anma günü değil, aynı zamanda bir aynadır.
Her yıl o aynaya bakar, “O’nun bıraktığı emanete layık mıyız?” diye kendimize sorarız.
Eğitimden bilime, adaletten özgürlüğe kadar attığımız her adım, o sorunun cevabıdır aslında.

Atam…
Her 10 Kasım’da yine senin huzurunda sessizce saygıyla duruyoruz.
Ama bu sessizliğimiz bir veda değil, sonsuz bir teşekkürdür.
Çünkü sen, her çocuğun gözlerinde, her yürekli Türk’ün kalbinde yeniden doğuyorsun.

“Bağımsızlığımızın mimarı, Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, ebediyete intikalinin yıldönümünde rahmet, saygı ve özlemle anıyoruz.”